TEK PARTİ DÖNEMİ’NDE TÜRKİYE (1923-1950)
Birinci Grup ve programı nedir?
Birinci Grup: Meclis içinde Mustafa Kemal ve çevresindeki milletvekillerinden oluşan, birlikte hareket eden ve bu anlamda bir siyasi parti nüvesi olarak da değerlendirilebilecek örgütlenmenin de temelini ifade eder. Birinci Grubun programı, Misak-ı Millî’nin sağlanması ve devlet teşkilatının Anayasa çerçevesinde adım adım oluşturulması olarak belirlenmişti.
İkinci Grup ve programı nedir?
İkinci Grup: Meclis içinde Mustafa Kemal’in şahsındaki yetki toplulaşmasına, hukukun temel ilkelerine ve millî egemenliğe aykırı yetki, örgütlenme ve uygulamalarla Başkumandanlık Kanunu’nun öngördüğü olağanüstü yetkilere karşı çıkarak, İstiklal Mahkemelerinin kaldırılması, Meclis Başkanlık Divanının tarafsızlığının sağlanması ve temel hak ve hürriyetlerin dokunulmazlığı konularında muhalefet yürüten grup.
Lozan Antlaşması'nın içeriği ve önemi nedir?
1923 İlkbahar’ıyla yaz başında yapılan seçimlerin ardından 11 Ağustos 1923’te ilk toplan- tısını yapan İkinci Meclis Lozan Antlaşması’nı onayladı. Bu Antlaşmayla kapitülasyonlar kaldırıldı, Türkiye’ye kabotaj hakkı tanındı. Antlaşmaya göre, Müslüman olmayan azınlık- lar Müslümanlar kadar özgür ve yasalar önünde onlarla eşit olacak ve kendi ana dillerini istedikleri gibi kullanabileceklerdi. Antlaşmanın azınlıklarla ilgili maddeleri temel yasa sayılacak ve Antlaşma metni hükümlerine aykırı kural konamayacak ve işlem yapılamaya- caktı. Bu haklar Milletler Cemiyeti tarafından da güvence altına alınacaktı.
Türkiye, Yunanistan’dan talep ettiği tazminattan vazgeçerken Mudanya Ateşkes görüş- meleri sırasında geleceği konusunda mutabakata varılamayan Karaağaç bölgesi Yunanlılar tarafından tazminat olarak Türkiye’ye verildi. Yine de iki temel konuda kesin bir anlaş- maya varılamadı. Bunlar Musul ve Osmanlı borçlarının ödenmesi sorunlarıydı. Konfe- rans, bu iki temel sorunun çözümünün daha ileri bir tarihe bırakılması kararlaştırılarak 24 Temmuz 1923’te sona erdi.
Lozan Antlaşması’nın konumuz açısından önemli olan diğer bir yönü de savaşın sona ermesi, dış tehdidin ortadan kalkması ve sınırların güvence altına alınmasıyla artık ülke içindeki siyasi atmosferin de değişecek olmasıydı.
Tek Parti Dönemi olarak geçen dönem hangi aralıktadır?
Cumhuriyetin kurulmasını izleyen gelişmeler, kısa zamanda “Tek Parti Dönemi” olarak adlandırılan ve resmen 1946’ya, fiilen 1950’ye kadar sürecek olan bir dönemi başlattı. Si- yasi bakımdan bu dönemin ayırıcı vasfı, TBMM’deki “İkinci Grup”un tasfiyesiyle birlikte, sosyoekonomik ve ideolojik olarak o grubun temsil ettiği çeşitlilik ve çoğulculuğun da siyaset dışı kalmasıydı.
Tek parti yönetiminin ekonomik ve toplumsal dokusu nasıldır?
Tek parti yönetiminin ekonomik ve toplumsal dokusuna bakıldığında ise ağırlıklı ola- rak üç kesimden oluştuğu tespit edilebilir. Merkezinde asker ve sivil bürokrat kesimin yer aldığı bu yapıda, devlet eliyle oluşturulan sermaye ve ticaret kesimiyle (millî müteşebbis- ler) eşraf ağırlıktadır. Bu anlamda dönemin egemenlik ilişkileri açısından belirgin özel- liği, yeni yönetici elitlerle toplumun geri kalan kesimleri arasında, ideolojik ve kültürel gerilimin yanında, gelir ve statü farkında somutlaşan bir kopuş veya uzaklaşma olgusu- nun belirginleşmesidir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara romanında bu kopuş veya ayrışmayı ele alır.
İki Farklı Modernleşme Modeliyle ne ifade ediliyordu?
İki Farklı Modernleşme Modeli: Modernleşme için izlenecek model hangisi olmalıydı? Mehmet Akif, “seçici bir Batılılaşma”yı öngören modernleşme önerisiyle kendi değerlerini koruyarak Batı’nın bilim ve teknolojisini almak gerektiğini savunuyordu. Japonya’yı örnek veriyor ve “Alalım garbın ilmini fennini [bilimini, tekniğini] / verelim mesaimize[çalışmamıza] son süratini” diyordu. Buna karşı total bir Batılılaşma isteyenler ise “geri kalmamıza sebep olan” kurum ve değerlerin yerine, devlet gücünü ve kamusal eğitimi kullanarak Batılı kurum ve değerleri yerleştirmeyi savunuyordu. Abdullah Cevdet “Medeniyet Avrupa medeniyetidir, bunu gülü ve dikeniyle ithal etmek mecburidir” diyordu.
Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı süreci nasıl işlemiştir?
Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı: Cumhuriyet Dönemi’nde sivil ve siyasi haklar adına atılan en önemli adım, 5 Aralık 1934’te kadınların seçme ve seçilme hakkının tanınmasıydı. Ondan önce, 1930 yerel seçimlerinde, ilk kez kadınların da katıldığı “tek dereceli” seçimler yapılmış ve dönemin ünlü kadın hakları savunucuları Nezihe Muhittin ve Suat Derviş Hanımlar, Serbest Cumhuriyet Fırkasından (SCF) aday olmayı tercih etmişlerdi. Sabiha Zekeriya (Sertel) ise bağımsız aday olmayı tercih etmişti. Pek çok Avrupa ülkesinden önce gerçekleşen bu düzenleme, haklı bir gurur kaynağı olarak tarihteki yerini almıştır.
1924 Anayasası’nın Uygulanması nasıldır?
1961’de yeni bir anayasa yapılıncaya kadar, bir başka deyişle hem tek parti döneminde hem de 1945’te çok partili düzene geçildikten sonra yürürlükte kalan ve bütün eksikliklerine rağmen çoğulcu bir düzen için elverişli bir çerçeve çizen 1924 Anayasası, Tek Parti Dönemi boyunca, ağırlıklı olarak da 1927 seçimlerinden sonra, 1921 Anayasası’nın aksine, uygulanmayan ve kâğıt üzerinde kalan bir anayasa olmuştur. Tek Parti Dönemi’nde, 1924 Anayasası’na hiç yansımayan şeflik sistemi, dönemin tek partisi olan CHP’nin tüzük ve programlarında resmîleşmiş; parti başkanı ve aynı zamanda cumhurbaşkanı olan Atatürk ve İnönü’yü büyük yetkilerle donatırken Meclisin ve onu oluşturan milletvekillerinin yetkilerini alabildiğine daraltan
bu tüzük ve programlar, dönemin gerçek anayasaları hâline gelmiştir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şeklinde yeni bir partinin kurulmasına götüren gelişmeler nelerdir?
Yeni bir partinin kurulmasına götüren gelişme, 20 Ekim 1924’te, Menteşe mebusu Esat (İleri) Efendi’nin, Mübadele, İmar ve İskân Vekili Refet (Canıtez) Bey’e yönelttiği ve mü- badil ve muhacirlerin yerleştirilmeleri sırasında görülen sorunları ve yapılan yolsuzluk- ları eleştiren soru önergesiydi. Bakanın cevabı tatmin edici bulunmayınca soru önergesi gensoruya dönüştürüldü. Bu arada önce Kazım (Karabekir) Paşa sonra Ali Fuat (Cebesoy) Paşa askerî görevlerinden istifa ederek Meclis toplantılarına katılmaya başladı. Mustafa Kemal Paşa bu istifaları bir “paşalar komplosu” olarak nitelendirdi ve komutanların mil- letvekilliğinden istifa ederek ordudaki görevlerini sürdürmelerini istedi. Ali Fuat ve Ka- zım Paşalara ek olarak Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa da bu talebe uymadı, öteki komutanlar milletvekilliğinden istifa ettiler.
Şeyh Sait İsyanı’nın neden yaşandığı konusundaki görüşler nelerdir?
Şeyh Sait İsyanı’nın neden yaşandığı konusunda iki farklı ve zıt görüş bulunmaktadır. Genellikle inkılap tarihi kitaplarındaki açıklama, o dönemde ortaya çıkan Musul meselesinden dolayı İngilizlerin Kürtleri kışkırtması nedeniyle bu isyanın yaşandığıdır. Karşı bir tez ise Cumhuriyetle beraber ülkedeki Kürt varlığının reddedilmesi, halifeliğin kaldırılmasıyla inanç bağının koparılması ve devletin Türk etnik kimliğine dayalı hâle getirilmesidir.
İzmir Suikastı’nın sonuçları neler olmuştur?
1 Ağustos’ta açılan Ankara’daki duruşmaların suikast girişiminin yargılanmasından çok, geçmişle hesaplaşma şeklinde seyretti. Bu duruşmalarda eski İttihatçılarla İkinci Grup üyelerinden âdeta geçmişteki davranışlarının hesabını vermeleri istendi. Davanın açılış konuşmasını yapan mahkeme savcısı, sanıkları önce İzmir suikastından sorumlu tuttu ve bunun bir hükûmet darbesi hazırlığı olduğu şeklinde görüş belirtti. Konuşmasının devamında suikast girişimine pek değinmeyen savcı, bunun yerine, eski İttihat ve Terakki mensuplarından, Birinci Dünya Savaşı sırasında bu partinin iktidarı kötüye kullanması- nın ve sorumsuz siyasetinin cevabını vermelerini istedi. Hesabının verilmesinin istendiği bir başka önemli nokta da İttihatçıların 1923’te yaptıkları kongreydi. Eski İkinci Grup mensuplarının ise hem İttihatçılarla ilişkileri araştırılıyor hem de Birinci Meclisteki mu- halefetlerinin hesabını vermeleri isteniyordu. Bir başka deyişle davalar siyasi bir niteliğe bürünmüş, savcı sanıklarla suikast arasında doğrudan bir bağ kurmaya bile çalışmamıştır.
Açık Oy Gizli Sayım nedir ve nasıl yapılmıştır?
Açık Oy Gizli Sayım: Demokrasiyi mümkün kılan kurallardan biri de “gizli oy açık tasnif ”tir. Ancak bu kural Tek Parti Dönemi boyunca tersinden uygulanmıştır. Örneğin, 1930 yerel seçimlerinde vatandaşlar ellerinde oy verecekleri partinin pusulası sandık başına gelmişlerdi. “Açık oy” pek çok sorunu da beraberinde getirmişti. “Gizli sayım” sisteminin sakıncası ise oy sayımının kapalı biçimde ve iktidardaki tek partinin belirlediği bürokratlarca yapılmasıydı. Bu da seçimin sonucunu bir anlamda iktidar partisinin tercihine bırakmak demekti. SCF yerel seçimlerin galibi olduğunu düşünüyordu, pek çok gözlemcinin de kanaati bu yöndeydi ama “sandık sonuçları” iki il dışında her ilde CHP’nin kazandığını söylüyordu.
Menemen Hadisesi nasıl ve sonuçları neler olmuştur?
Menemen Hadisesi:
Tarih kitaplarında 24 Aralık 1930’da Derviş Mehmet ve çevresindekilerin “şeriat isteriz” diye ayaklandıkları ve olaya müdahale eden teğmen Kubilay’ı öldürdükleri olay olarak anlatılır. Olayın ardından Menemen’i aşan geniş çaplı tutuklamalara girişilmiş ve General Mustafa Muğlalı’nın başkanlığındaki mahkeme, 30’a yakın kişiyi idam edip çok sayıda kişiye hapis cezası vermiştir. Resmî tarih yazımı açısından bu olay devrimlere karşı çevrelerin “irticai bir isyanı”dır. Bu anlatıma karşı çıkanlara göre ise “inkılaplara” karşı kesimlerin sindirilmesi için kurgulanmış görünen karanlık bir olay. Gerçek hangisi olursa olsun, Serbest Cumhuriyet Fırkasının hemen ardından yaşanan Menemen Hadisesi’nin, tıpkı İzmir Suikastı sonrasında olduğu gibi ülke çapında muhalefetin bastırılmasını beraberinde getirdiği doğrudur.
Halk Evleri ne amaçla kurulmuştur?
Halk Evleri: Siyasi sistemin ilkelerini topluma yaymak ve o yönde bir siyasi sosyalleşme ortamı oluşturmaya yönelik bir misyonla 1932’de kuruldu. Emre Kongar’a göre halkevlerinin en önemli nedeni, ideolojik eğitimde Halk Partisine yardımcı olmaktır
Türkiye’de siyasetin birbiriyle mücadele eden iki ana siyasi çizgi hâlinde şekillenmesi nasıl olmuştur?
Anadolu’da 1920’de Birinci Meclisin kurulmasıyla beraber başlayan ve 1923’te Tek Parti Dönemi’nin kurulmasıyla devam eden gelişmeler, Türkiye’de siyasetin birbiriyle mücadele eden iki ana siyasi çizgi hâlinde şekillenmesini de beraberinde getirdi. Ancak bu ayrım sadece siyasi fikirler düzeyinde veya ideolojik bir ayrım değildi. Siyasi ayrışma ve gerilim- ler, aynı zamanda sosyolojik düzeyde, asker ve sivil bürokratlar, tüccarlar ve eşraf ile top- lumun diğer kesimleri arasındaki, daha önce ifade edilen ayrımdan da bağımsız değildi. Askerî ve sivil bürokratlar, aydınlar, sanayiciler, büyük tüccarlar gibi eğitimli kesim- lerce yoğun olarak desteklenen bütün bu reformlar özellikle kentsel kesimlerde büyük ölçüde etkili oldu. Kentlerde, Cumhuriyet Halk Fırkasının 1931 programında “fırka, mil- letimizin birçok fedakârlıklarla yaptığı inkılaplardan doğan ve inkişaf eden prensiplere sa- dık kalmayı ve onları müdafaa etmeyi esas tutar” şeklinde tanımlanan inkılapçılık ilkesine bağlı yeni bir Cumhuriyet kuşağının yetişmesinde büyük rol oynadı.
Dörtlü Takrirdeki Üç Talep nedir?
Dörtlü Takrirdeki Üç Talep:
Takrir önerge, bildirme ve siyasi nota anlamına gelmektedir. 1945 yılında Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Celal Bayar tarafından verildiği için bu ismi almıştır. Takrirde dile getirilen üç talep ise (1) millî egemenliğin doğal sonucu olan meclis denetiminin anayasanın ruhuna uygun olarak gerçekleşmesini sağlayacak tedbirlerin alınması, (2) yurttaşların siyasi hak ve hürriyetlerini anayasanın öngördüğü genişlikte kullanabilmeleri ve (3) bütün siyasi parti çalışmalarının bu esaslara uygun olacak şekilde yeniden düzenlenmesidir.
Tek Parti Dönemi dönemi nasıl bir süreçtir?
Tek Parti Dönemi, başlangıçta da belirtildiği gibi siyasi sistemin temel çizgileriyle şekillendiği dönemdir ve bu yönüyle uzun zaman geçmesine rağmen günü- müze ilişkin etkileri de devam etmektir. Özellikle “Kurtuluş Savaşı” sürecinde etnik, dinî, mezhebi, siyasi bakımlardan çeşitlilik arz eden ve birlikte hareket eden toplum kesimleri- nin temsilcilerinin, TBMM’nin açılışını izleyen birkaç yıl içinde gösterdikleri demokratik duyarlılık bugün de ilgi çekici bir demokratik tecrübe olarak önümüzdedir.
Eğitim alanındaki laikleşme nasıl gerçekleşti?
Eğitim alanındaki laikleşme, daha önce de belirtildiği gibi 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile gerçekleştirildi. Bu Yasa’yla bütün okullar Maarif Vekâletine bağlandı; kısa bir süre sonra da bakanlık bütün medreseleri kapattı. Eğitimde çeşitlilik ve çoğulculu- ğun sona ermesini ve eğitim devletin bir işlevi hâline getirilmesini ifade eden bu Kanun’un ardından, Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun olmayan eğitim yasaklandı ve dinî eğitim veren okullarla Arapça ve Kürtçe eğitim yapılan okullar kapatıldı.
“Geleneksel” ile “modern”in değiştirilmesi kapsamında müzik konusunda ne gibi değişiklikler yapılmıştır?
9 Aralık 1926’da Darülelhanda (konservatuar) Türk müziği eğitimine son verilmesi de “geleneksel” ile “modern”in değiştirilmesi kapsamında değerlendirilebilir. Bu yasakla geleneksel alaturka müziğin yerine alafranga müzik konmuş, “modernleşme” sa- nat alanına da yansımıştır. Bu ikilik yıllarca gündemde kalacak, Mustafa Kemal Paşa’nın 1 Kasım 1934’te yaptığı TBMM açılış konuşmasının ardından, 2 Kasım 1934’te İçişleri Bakanı Şükrü (Kaya) Bey’in genelgesiyle alaturka müzik radyoda 8 ay süreyle tamamen yasaklanacaktır.
Hukuk alanında laikleşme yönünde atılan adımlar nelerdir?
Hukuk alanında da temelinde laikleşme olan bir dizi yasa çıkartılarak geniş kapsamlı bir reform gerçekleştirildi. İlk olarak 8 Nisan 1924’te, önceleri Şeriye ve Evkaf Vekâletine bağlı olarak çalışan ve din yasalarını uygulayan Şeriyye Mahkemeleri kaldırıldı ve bu tür davaları görme yetkisi Adliye Vekâletinin Nizami Mahkemelerine devredilmesiyle eğitim- den sonra yargı organlarının da birliği sağlandı. Bu önemli adımı 1926’da Batılı ülkelerden çeviri ve uyarlama yoluyla alınan dört yeni kanun izledi. Bunlar, 17 Şubat 1926 tarihli Me- deni Kanun, 1 Mart 1926 tarihli Türk Ceza Kanunu, 22 Nisan 1926 tarihli Borçlar Kanu- nu ve 29 Mayıs 1926 tarihli Türk Ticaret Kanunu’dur. İsviçre’den alınan Medeni Kanun’la kişilerin aile, miras ve eşya hukuku alanlarında geçerli olan dine dayalı hukuk kuralları, yerini laik hukuk kurallarına terk etti. Yine İsviçre’den alınan Borçlar Kanunu’yla bu alan da laikleştirildi. Ceza Kanunu İtalya’dan, Ticaret Kanunu ise Almanya ve İtalya’dan alındı. Bu kanunları 23 Mayıs 1928’de Türk Vatandaşlığı Kanunu, 4 Nisan 1929’da Ceza Muha- kemeleri Usulü Kanunu, 18 Nisan 1929’da İcra ve İflas Kanunu ve 13 Mayıs 1929’da Deniz Ticaret Kanunu izledi. Böylece üç yıl gibi kısa bir süre içinde hukuk sistemi kökünden değiştirilmiş oldu.